Resulzade’nin "ışık" diye andığı yazar

14-09-2025, 20:55
Oxunub: 333
Çap et
Resulzade’nin "ışık" diye andığı yazar

Bakü – 14.09.25. Taclı Beyim /Türkel Media/: 1916 yılının Kasım ayında Bakü basını önemli bir haberi işledi. Nobel ödüllü büyük Polonyalı yazar Henrik Sienkieviç (Henryk Sienkiewicz) hayata veda etmişti. Azerbaycan’ın bağımsızlık düşüncesinin sesi olan “Açık Söz” gazetesi, onun ardından yayımladığı nekrolojide yalnız bir edebiyat ustasını değil, aynı zamanda özgürlük mücadelesinin sembolünü anıyordu.

Sienkievic’in adı, dönemin Bakü’sünde sıradan bir yazarın değil, bütün bir halkın kaderini anlatan bir kalemin adıydı. Romanları İstanbul üzerinden Türkçeye çevrilmiş, oradan Azerbaycan okuruna ulaşmış, bağımsızlık fikriyle yanıp tutuşan aydınlara ilham olmuştu. Onun ölümü Bakü’de geniş yankı uyandırdı, yalnızca gazete sütunlarında değil, toplumsal hafızada da derin bir iz bıraktı.

Kısa süre sonra Bakü’deki Polonya Cemiyeti bir anma töreni düzenledi. Salonda yalnız Polonyalılar yoktu; Azerbaycanlı, Gürcü, Ermeni, Yahudi, Leton, Çek ve Ukraynalı aydınlar da oradaydı. Azerbaycan adına Mehti Bey Hacinski, Ali Sabri Gasımov, Sara Hanım Ahundova, Rıza Zeki Latifbeyov, Alimerdan Bey Topçubaşov konuştu. İlginçtir ki, farklı siyasi kamplarda yer alan Mehmet Emin Resulzade ile Nariman Narimanov aynı kürsüde buluştu. Her ikisi de Sienkievic’in halkına ışık tutan bir önder olduğunu vurguladı.

O gün Resulzade’nin söylediği sözler, bugüne dek hafızalardan silinmedi:
“Polonya’nın güneşi battıktan sonra, Henrik Sienkieviç halkın karanlığını aydınlatan ay, ruhuna ışık tutan bir mumdur.”

Bu cümle yalnız bir yazarın ardından söylenen methiye değildi. O, aynı zamanda Azerbaycan aydınlarının Polonya’nın bağımsızlık mücadelesine duyduğu derin saygının ifadesiydi. Narimanov’un yaptığı vurgu ise Sienkievic’in yalnız edebiyatıyla değil, özgürlük fikrine bağlılığıyla da değer kazandığını gösteriyordu.

Bugün geriye dönüp baktığımızda bu hatırlatmalar, Azerbaycan–Polonya ilişkilerinin yalnız Cumhuriyet yıllarına değil, ondan önceki dönemin aydın ortamına dayandığını açıkça ortaya koyuyor. Bir yazarın ardından yazılan nekroloji, aslında iki halk arasında sessizce kurulan dostluğun, ortak mücadele ruhunun ve paylaşılan ideallerin belgesine dönüşmüşdür.