YILDIZLI SEMALARDAKİ HAŞMET VE SADİ HOŞSES

14-09-2025, 12:35
Oxunub: 133
Çap et
YILDIZLI SEMALARDAKİ HAŞMET VE SADİ  HOŞSES

Sanat; fertlerin ve milletlerin hissiyatını, düşünce yapısını anlatma biçimidir. Bizim estetik duygularımızı, hayat tarzımızı, inançlarımızı, fikir dünyamızı, geçmişten geleceğe bakış açımızı, edebî ve medenî zevklerimizi, musikiye olan yaklaşımımızı, beğendiklerimizi ve reddettiklerimizi veya değer verip önemsediklerimizi yansıtan bir şeyler vardır. Bu hususta klasik ifadeyle “Renkler ve zevkler tartışılmaz” derler. Derler amma belli başlı ahlâkî, millî, manevî, insanî ya da evrensel değerlere aykırı olmama şartı vardır bütün renk ve zevklerin.

Sanatta, edebiyatta, estetikte, felsefede, musikide zevk ya da haz kaçınılmazdır. Zevk ya da haz, insanlar ve diğer canlılarda müspet ve keyifli olarak yaşanan ruhsal durumların ifadesidir. Daha çok mutluluk, eğlence, vecd, coşku gibi spesifik zihnî halleri ihtiva eder. Özellikle hafta sonları sabah kahvaltısında ailece klasik Türk musikisinden kıymetli sanatkârların şarkılarını dinlemekten büyük haz duymaktayız. Yıllarca dinleyip de eksik veya yanlış bildiğimiz şarkı sözlerinin doğrusunu duyduğumuzda bir başka sevgi ve ilgi oluşuyor. Mustafa Sağyaşar, Münip Utandı, Zekai Tunca, Ahmet Özhan, Nesrin Sipahi, Melahat Pars, İnci Çayırlı, Bekir Sıdkı Sezgin, Alaeddin Yavaşça, Kutlu Payaslı gibi şahsiyetlerin icrasından çok haz alırım. Farklı tarz ve yorumlarıyla Aylin Şengün, Yıldırım Gürses, Melihat Gülses ile Perihan Altındağ Sözeri gibi sanatkâr şahsiyetlere kulağımız âşina oldu. Türk halk müziğinin ustalarını da asla ihmal etmeyiz tabii ki… Âşık Veysel, Muazzez Türing’den, Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Muzaffer Akgün, Ümit Tokcan, Neşet Ertaş, Selahattin Alpay, Seyit Al, Özay Gönlüm, Gülşen Kutlu, Mihrican Bahar ve daha nicelerinin sesi bize haz verir. Gurbette değil sılada hissederim kendimi Tanrı Dağları’nda… Buradaki sanatkârlardan da sevdiklerimiz var…
Şimdi Tanrı Dağları’nın eteğinde değil de İstanbul-Üsküdar’da Kızkulesi’ne nazır bir yalıda büyümüş biri gibi laf ediyorsun diyebilirsiniz… Zevk meselesi kardeşim! Var mı diyeceğiniz?

Dün gece yarısı yıldızlı gecede gördüklerimin ev düşündüklerimin ruhuma yansımasıyla gördüğüm rüyanın da tesiriyle olsa gerek tan yeri ağarırken kalkıp gözümü açtığımda Tanrı Dağları’nın 6500 m. zirvesine yansıyan Rabbimin sunduğu nuru görünce aklıma gelen şarkı güftesi Faik Ali Ozansoy’a, bestekâr Sadi Hoşses’e ait “Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey” adlı şarkıydı. Mustafa Sağyaşar gibi kıymetli üstadın sesinden dinleyerek haz duymak istedim. Dinledim…
Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey
Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey
Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken
Dünyada senin âşıkın olmak ne saadet
Bir bitmeyecek aşk u muhabbet ne güzel şey
Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey

Ağır ceza reisi Mazhar Bey’in oğlu olan Sadi Hoşses, 10 yaşında Alanya’dan İstanbul’a gelir ve ilkokulu bitirdikten sonra “Amel-i Hayat ve Lisan Mektebi” ne devam eder. Devamında memurluk yapar ve sporla meşgul olur ancak ona haz veren şey ezan sesidir. Bulunduğu mahallenin camiinde zaman zaman ezan okur, mûsikiye de ilgisi böyle başlar. Okuduğu bir ezanı bir münasebetle duyan kemâni Reşad Erer, ders almak istediği takdirde çalıştırabileceğini söyleyerek evine davet eder. Böylece sanat çevrelerince yavaş yavaş tanınmaya başladı. Küçük Piyale Câmii imamı ve zâkirbaşısı Şeyh Cemal Efendi, Hâfız Kemal Efendi İstanbul Radyosu’na devam ettiği sıralarda Vecihe Daryal’dan ders alır.

Ankara Radyosu sanatkârları arasına katılınca Refik Fersan, Fahire Fersan, Mesut Cemil, Ruşen Kam gibi belli başlı ustalardan bilgisini ilerletir. Zamanla mesleğinde ilerleyerek korolar yönetir, stajyerlere ders verir, ses sanatkârı olarak çalışır. TRT Kurumu Müzik Dairesi Repertuvar Kurulu üyeliği yaptıktan sonra emekli olur. İzmir’e yerleşir ve 3 Temmuz 1994 tarihinde vefat eder. Sadi Hoşses, geleneksel ses icrâmızın özelliklerini devam ettirmeye çalışan sanatkârlarımızdan biriydi. Titiz ve duygulu bir üslûpla okurdu. Bestekârlığa sözleri de kendisine ait olan, rast makamındaki “Elâ gözlüm sana billâh can mı dayanır” mısraı ile başlayan şarkısını besteleyerek başlar. Bazı gazete röportajlarına verdiği bilgilere bakılırsa ilk eseri “Bağa girdim ay çıktı” mısraı ile başlayan eseridir. Eserlerinin çoğunun sözleri kendisine aittir. Şarkılarında geleneksel şarkı bestekârlığı kurallarına bağlılığı ile dikkati çeker. Bazılarında ise gazel üslubuna benzeyen yönler vardır. Son eserlerinin eskileri ile aynı çizgide olduğu söylenemez. Elli kadar şarkısı biliniyor. (Dr. M. Nazmi Özalp-Türk Musikisi Tarihi)”

1910 doğumlu Sadi Bey’in 1934’te soyadı kanunu çıktığında “Hoşses” soyadını alması da rastlantı değildir diye düşünüyoruz. Sâdi Bey’in çocukluğunda Alanya’dan İstanbul’a döndükten sonra duyduğu ezan sesi hayatına ve ruh yapısına derinden tesir etmiştir. Ezan sesiyle ruh dünyası değişen insanlardan (Cengiz Aytmatov ile Kırgızistan’ın bilim ve siyaset dünyasında önemli rol alan şahsiyetlerden) birkaç tanesinin ilk kez İstanbul’a gittiklerinde bize anlattıkları yaşadıkları ilginç hâdiselerden biri Boğaz’da Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nden gelen saba makamında okunan ezan sesidir. Tan yeri ağarırken daha önceden duymadıkları sestir bu… SSCB dağıldıktan sonra davet edildiklerinde Dolmabahçe Sarayı civarında ünlü bir otelde kalırken duydukları ezan sesinden hissettiklerini dolu gözlerle anlattılar bize. Ezan sesi, Kızkulesi’nin tepesinde Türk bayrağının dalgalanması, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ile Sultan Ahmet Camii’nin yanı sıra kayıklardaki Türk bayrağı bile etkilemiş o kardeşlerimizi.

1992 yılında Özbekistan’da görev yapmaya başladığımızda kısık seslerle duyduğumuz ezan sesleri daha sonraki yıllarda gürlemeye başladı. Maturudî’nin doğduğu ve ilmini yaydığı topraklarda, Hoca Ahmet Yesevî’nin yurdunda Sovyet döneminde susan ezan sesleri çok şükür yeniden Büyük Türkistan’da günde beş kez hür ses olarak yankılanıyor Fergana Vadisi’nde, Alay Dağları’nda, Isıkgöl dolaylarında, Tanrı Dağları’nda.
Bizim İstanbul usulü ezan sesi dünyanın hiçbir yerinde yok. O ezan sesini Ankara’ Kocatepe Camii’nde merhum İsmail Coşar’dan, İstanbul Mihrimah Sultan Camii’nde ve Bayezid Camii’nde İsmail Biçer’in sesinden duymak güzeldi. Merhum İsmail Biçer, resiülkurra Abdurrahman Gürses’ten talim almış olmanın verdiği güç ile ne kadar etkili ve güzel okurdu Kur’an’ı ve Mevlid-i Şerif’i.

Sabahın nurunu, gurubun rengini, yıldızlı gecelerin haşmetini hissedebilmeye sebepler çoktur. Tanrı Dağları’nın kendine has güzellikleri, binlerce yıllık tarihî hadiselere tanıklık etmiş birikimi; yüceliğinin üstünde, zirvesinde, eteklerinde, vadilerinde yetiştirdiği, bağrına basıp gönlünün derinliklerinde sakladığı sevgisi tarifi imkânsız acı-tatlı hatıralar, duygular ve gerçekliklerle doludur.

Sadi Hoşses’te geldik buralara… Sultanu’ş-Şuarâ Bâkî, bir gazelindeki şu mısraında “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” demektedir… Bu dünyadan sessiz, sedasız edebiyle gitmek güzeldir de edepsiz ve esersiz gitmek ne fena şey değil mi? Tanrı Dağları’nın eteğinde, yıldızların altında ibadet ne güzel şey ya Rab!





Tanrı Dağları'ndan
Muhittin Gümüş