ANADOLU VE TÜRK MEDENİYETLERİ

3-09-2025, 10:49
Oxunub: 162
Çap et
ANADOLU VE TÜRK MEDENİYETLERİ

Türklerin Anadolu’ya gelişi, yalnızca bir kavmin yeni bir coğrafyaya intikali değil, aynı zamanda insanlık tarihinin en zengin medeniyet havzalarından birinin üzerine atılmış adım anlamına gelmektedir. Anadolu, binlerce yıllık uygarlıkların katman katman biriktiği bir kültürel coğrafya olup, Bizans’ın şehirleşme tecrübesi, Roma’nın devlet ve hukuk düzeni, Eski Yunan’ın felsefî ve bilimsel mirası gibi çok yönlü unsurları bünyesinde barındırıyordu. Bu bağlamda, Türklerin söz konusu mirasla kurdukları ilişkinin mahiyeti, Anadolu’nun tarihsel seyrini belirleyen temel faktörlerden biri olmuştur.

Doğu Roma yani Bizans ve Batı Roma İmparatorlukları, Orta Çağ’ın en gelişmiş şehircilik örneklerini sunmaktaydı. Su yolları, surlarla çevrili kentler, ticaret ağları ve düzenli idarî merkezler Anadolu’da köklü bir şehircilik geleneği oluşturmuştu. Türklerin teşkilatçılığı ve askerî dinamizmi bu mirasla daha yoğun bir senteze girebilseydi, Anadolu belki de erken bir dönemde bölgesel bir kent uygarlığının merkezi haline gelebilirdi. Roma İmparatorluğu’nun hukuk ve bürokrasi alanındaki birikimi ise, Türk devlet geleneğiyle daha sistematik bir şekilde kaynaşabilseydi, daha kalıcı, kapsayıcı ve rasyonel bir devlet modelinin doğması mümkün olabilirdi.

Nitekim Fatih Sultan Mehmet, Bizans mirasının önemini fark ederek İstanbul’un fethi sonrası Bizans devlet teşkilatının pek çok unsurunu Osmanlı sistemine dâhil etmiştir. Ancak bu yönelim süreklilik kazanamamış, II. Bayezid döneminde daha içe kapanık bir siyaset tercih edilmiş, Yavuz Sultan Selim devrinde ise dikkat Doğu’ya yönelmiştir. Bu süreçte Memlükler üzerinden halifeliğin Osmanlı’ya intikali, İmparatorluğun kültürel ve siyasi eksenini daha çok İslam dünyasına, özellikle de Arap coğrafyasına kaydırmış ve Bizans - Roma mirasıyla daha derin bir etkileşim ihtimali zayıflamıştır.

Eski Yunan’ın felsefî ve bilimsel mirası, insanlık için hâlâ tükenmez bir entelektüel kaynak niteliğindedir. Bu mirasın Anadolu’daki Türk varlığıyla daha güçlü bir senteze girmesi, Avrupa’nın Rönesans sürecinden çok daha önce Anadolu merkezli bir aydınlanma hareketini mümkün kılabilirdi. Benzer şekilde, Greklerin taş işçiliğine dayalı özgün mimari gelenekleri, Selçuklu sanat anlayışıyla daha kapsamlı bir etkileşim kurabilseydi, dünya mimarlık tarihinde benzersiz bir üslubun ortaya çıkması muhtemeldi.

Öte yandan, Batı Hristiyan dünyasının Haçlı Seferleri aracılığıyla Anadolu’ya ve Kudüs’e yönelmesi, bu coğrafyanın sahip olduğu medeniyet mirasını derinden tahrip etmiştir. Haçlı Seferleri, yalnızca Selçuklu topraklarına değil, aynı zamanda Bizans’ın kendi şehirlerine de büyük zarar vermiştir. Buna karşın, Selçuklu direnişi ve özellikle Anadolu’da gelişen savunma stratejileri, Türk varlığının kalıcı hale gelmesinde belirleyici olmuştur.

Sonuç itibarıyla, tarihin akışını belirleyen dinamikler yalnızca medeniyetler arası sentez ihtimalleriyle değil, aynı zamanda dönemin siyasî, dinî ve askerî zorunluluklarıyla da şekillenmiştir. Bizans’ın Türkleri sürekli bir tehdit olarak algılaması, Anadolu yerli halklarının iki güç arasında sıkışmışlığı ve İslam dünyasıyla kurulan dinî, siyasî bağlar, farklı bir tarihsel senaryonun gerçekleşmesini büyük ölçüde engellemiştir. Bununla birlikte, Türkiye'de bugün hâlâ görülen antik tiyatrolar, Bizans surları, Taş Kiliseler ve Roma yolları, bu coğrafyanın potansiyel sentezinin somut izlerini taşımaktadır.
Bu nedenle asıl mesele, geçmişteki “kaçırılmış ihtimallerden” ziyade, bugünün imkânlarını değerlendirebilmektir. Anadolumuz hâlâ aynı tarihsel mirası barındırmakta; Türk kimliği bu mirası çağdaş insanlık değerleriyle yeniden yoğurabildiği ölçüde, bu topraklar bir kez daha insanlık için yeni bir medeniyet modelinin beşiği haline gelebilecektir. Tarih yalnızca “olanı” değil, “olabilecek olanı” da düşündürmesi bakımından kıymetlidir.

Hacı Ahmet Şimşek